İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Toplumsal Hareketlilik ve Çatışma: Sosyal Yaşam Üzerine Bir Değerlendirme

PDF İndir

TOPLUMSAL HAREKETLİLİK ve ÇATIŞMA: SOSYAL YAŞAM ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

SOCIAL MOBILITY AND CONFLICT: AN ASSESSMENT ON SOCIAL LIFE

T.C İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANA BİLİM DALI

HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM BİLİM DALI

MUHAMMED VEDAT KARADAĞ

2501210227

muhammedvedatkaradag@ogr.iu.edu.tr

ÖZ

İnsan, var olduğu günden beri bir döngü içerisinde varlığını devam ettirmekte ve bu döngü insan yaşamındaki birçok değişkenle birlikte sağlanmaktadır. İnsanın kendini içinde bulduğu ve diğer insanlarla birlikte yaşamını sürdürdüğü alana toplum denmektedir. Toplumu oluşturan temel dinamikler ise, aynı amaçlar doğrultusunda birleşmiş insanlar ve kendilerine ait kültürel birikimlerin varlığıdır. Toplum içerisinde yer edinen insan, içinde bulunduğu topluma ait normları benimser ve bu şekilde yaşamını şekillendirir. Toplumu oluşturan bireyler tarih boyunca çeşitli sebepler yüzünden bulundukları sosyal konumlarından veya yaşadıkları coğrafi bölgelerden ayrılmak durumunda kalmıştır ve bu durum toplumsal hareketliliği beraberinde getirmiştir. Toplumsal hareketliliği gerçekleştiren bireyler beraberinde ait olduğu toplumda edindiği tüm kültürel öge ve birikimlerini de beraber götürmektedir. Bu durumda hareketliliğin gerçekleştiği toplum içerisinde bireyin sahip olduğu değerler ve kültürel ögelerin uyuşmazlığı söz konusu olabilmektedir. Bu uyuşmazlıkta beraberinde bir çatışma ortamı yaratmaktadır. Bu makalede toplumsal hareketlilik sonucu ve çatışma ilişki üzerinde durularak çalışılan konunun daha iyi bir anlaşılması için örnek olay üzerinden değerlendirmeler gerçekleştirilecektir.

Anahtar Kelimeler : Çatışma, Toplumsal Hareketlilik

ABSTRACT

Humans have been continuing their existence in a cycle since the day they existed, and this cycle is provided with many variables in human life. The area in which people find themselves and live together with other people is called society. The basic dynamics that make up the society are the people united for the same purposes and the existence of their own cultural accumulations. A person who takes a place in the society adopts the norms of the society he/she is in and shapes his/her life in this way. The individuals who make up the society have had to leave their social positions or the geographical regions they live in due to various reasons throughout history, and this has brought social mobility with it. Individuals who realize social mobility take with them all the cultural elements and knowledge they have acquired in the society they belong to. In this case, there may be incompatibility between the values ​​and cultural elements of the individual in the society where the mobility takes place. This conflict creates an atmosphere of conflict with it. In this article, the results of social mobility and conflict relations will be emphasized and evaluations will be made on the basis of a case study for a better understanding of the subject studied.

Keywords : Conflıct, Socıal Mobılıty

GİRİŞ

Son yüzyılda savaşlar, göçler, salgınlar, iş fırsatlarında yaşanan değişiklikler, yaşam koşullarının farklılaşması gibi durumlar gönüllü ya da zorunlu olarak toplumları harekete geçiren itici bir güç konumundadır. Toplumsal hareketlilik olarak değerlendirilen bu durum hareketin gerçekleştiği toplum içerisinde kaçınılmaz olarak farklılıklar meydana getirmektedir. Bu farklılıklar toplumun sahip olduğu temel yaşam dinamiklerini etkilemekte ve değiştirebilmektedir. Ortaya çıkan yaşam dinamiklerinin etkilenme ve değişme durumu çoğu zaman toplum ve bireyler arasındaki ilişkiler düzeyinde çatışma ortamı oluşturabilmektedir. Bu çatışma ortamının temelini ise toplumsal hareketliliğe konu olan değişimlerin hareket sürecinde beraberinde getirdiği kişisel ve toplumsal değerler, amaçlar, düşünceler, yaşam tarzları, davranış biçimleri, dil, din, ırk, ahlaki değerleri kapsayan kültürel bir birikim oluşturmaktadır.

Çatışmaya sebep olan bu durumlar içerisinde bulunduğu toplumda gerçekleşen hareketlilik sonucu sosyal yaşam üzerine etkileri ortaya çıkarmaktadır. Toplumlar, zaman içerisinde kendine has kuralları ve değerleri oluşturarak belirli bir coğrafi bölge içerisinde sosyal yaşamlarını uyum içerisinde sürdürmektedir. Toplumların birlikte yaşayabilmesinin en önemli nedeni ise benzer ve ortak değerler etrafında birleşebilmesidir. Ortak değerler etrafında birleşen toplumların sosyal yaşam dinamikleri ile toplumsal hareketliliğin beraberinde getirdiği dinamiklerin karşılaşması birçok boyutta çatışmaya neden olmakta, çatışma ise toplumsal ve sosyal anlamda birçok probleme yol açabilmektedir fakat toplumların bireysel anlamda çatışma ortamlarında sergilediği tavır ortaya çıkabilecek problemleri minimize ederek bu hareketliliği toplum içerisinde olumlu bir yönde de etkileyebilmektedir.

Bu makalede toplumsal hareketliliğin oluşturduğu çatışma ortamının hangi sebeplerden kaynaklandığı üzerinde durularak bu toplumsal hareketliliğin sosyal yaşam üzerindeki etkileri ve toplum içerisinde yaşayan bireylerin toplumsal hareketlilik kapsamında oluşan çatışmaya yönelik sergilediği tavırların sonuçları üzerinde genel bir değerlendirme yapılacak ve toplumsal hareketliliğin alt bölümlerinden olan yatay hareketlilik üzerinde durulacaktır.

  1. TOPLUMSAL HAREKETLİLİK

Zaman içerisinde bireylerin toplumların farklı boyutlar içerisinde gerçekleştirdiği değişimler toplumsal hareketliliğin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Bu boyutlar birçok açıdan ele alınabilecek kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Tarih boyunca tüm toplumlarda var olan sınıf sistemi ve bu sınıf sistemini temsil eden özelliklerin varlığı toplumsal hareketlilik açısından önemli bir yere sahiptir. Statü olarak farklı konumlara sahip bireylerin sınıflar arasındaki geçişleri toplumsal hareketliliğin temel dayanak noktasıdır. Belirli bir süre içerisinde belirli bir sınıf içerisinde yaşayan bireyler o sınıfın temel dinamiklerine sahip olarak yaşamakta ve bu doğrultuda toplumsal yaşam inşa etmektedir. Sınıfsal yaşamın en temel özelliği ise, farklı özelliklere sahip ve baskın yeteneklere sahip bireyleri içerisinde barındırmasıdır ancak toplumun varlığını anlamlı olarak sürdürebilmesi, sahip olduğu özellikleri farklı bir sınıfta daha değerli olabilecek kişilerin bu hiyerarşik düzende gerçekleştireceği yer değiştirmeyle mümkündür. ( Kalaycıoğlu vd,2008: 31). Gerçekleşecek bu yer değiştirmenin amacını toplumsal ve sınıfsal anlamda bir bütün oluşturabilmek ve benzer özellikleri bir arada barındırmak olarak değerlendirmek mümkündür. Bir bütünün kusursuz şekilde işleyebilmesi tamamı ile o bütünü oluşturan parçaların birbirleri ile gösterdiği uyumla ilişkilidir.

Zaman içerisinde değişen yaşam koşulları ve toplumsal olarak yaşanan değişimler bu uyum süreci içerisine farklı değişkenleri dahil ederek toplumsal hareketliliği farklı bir noktaya konumlandırmıştır, bu düşünceyi destekler nitelikteki açıklamayı Gusfield’ den aktaran Jenkins; toplumsal hareketlerin incelenmesinin olmazsa olmazı, geleneksel olarak hareketlerin neden oluştuğu sorusu üzerine yoğunlaşmış ve hızlı sosyal değişimlerin yapısal gerilimleri tarafından oluşturulan kısa süreli şikayetlerde yaşanan ani artışlar olarak değerlendirmiştir.( Jenkıns,1983:530). Bu artışların sebebini ise yaşanan hızlı değişimler ve yaşam koşullarının beraberinde getirdiği şartlar ve bu şartların oluşumuna zemin hazırlayan yapısal farklılıklar olarak değerlendirmek mümkündür. Bu noktada toplumsal hareketlilik, sınıf, gelir ve statü kazanımı yaklaşımlarıyla ele alınmaktadır. (Çolak,2021: 12).

Bir toplumun genelinde yaşanan tüm değişikliklerin olumlu ya da olumsuz olarak tüm sınıflarda, gelir gruplarında ve statülerde ortaya çıkardığı etkiler toplumsal hareketliliği ortaya çıkarmaktadır. Sosyal sistem dahilinde önemli bir süreç olan sosyal hareketlilik, kapsayıcı anlamıyla kültür bileşkelerinin ve bireylerin sosyal konumlar arasında gerçekleştirdiği değişikliktir. (Sorokin, 1959:133). Benzer bir şekilde toplumsal hareketlilik, sosyoekonomik konumları farklı grup ve bireylerin arasında gerçekleştirdiği bir hareket sürecinin bütününü ifade eder. (Gıddens,2000:372).

Aynı şekilde Gıddens toplumsal hareketliliği kendi içerisinde ikiye ayırarak yatay ve dikey hareketlilik olarak incelemiştir. Dikey hareketlilik, bireylerin toplumdaki sosyoekonomik düzende aşağı ya da yukarı doğru hareketlerini kapsamaktadır. Örnek vermek gerekirse bireyin servetinde ve statüsündeki artış sebebiyle gerçekleştirdiği durum yukarı doğru hareketlilik olarak adlandırılırken tam tersi bir durum ise aşağı doğru hareket olarak adlandırılmaktadır. Yatay hareketlilik ise coğrafi temelli hareketleri kapsamaktadır. Köyler, kasabalar, şehirler arasında yaşanan hareketlilik anlamına gelmektedir. Dikey ve yatay hareketlilik çoğu zaman birlikte gerçekleşen bir durumdur. (Gıddens,2000:372). Bir kurumda çalışan bireyin aynı kurumun farklı bir şehir ya da ülkedeki farklı bir şubesinde daha üst pozisyonda çalışması yatay ve dikey hareketliliğin birlikte gerçekleştiği bir durumdur. Bu birey aynı zamanda yaşadığı toplum içerisinde zaman içerisinde edindiği yaşam dinamikleri, düşünce ve davranış biçimleri kısacası tüm kültürel ögeleri de hareketliliği gerçekleştirirken beraberinde götürmektedir. Bu durum, hareketliliğin yaşandığı toplumda çatışma ortamını kaçınılmaz kılmaktadır. İnsan doğası gereği çatışma durumunun varlığı sosyal yaşam anlamında hayatın temel dinamiklerinden birini oluşturduğu için olağan bir durumdur. Çatışmayı kişiler arasındaki anlaşmazlık olarak nitelemek mümkündür.( Özalp,1989:81).

  1. ÇATIŞMA KAVRAMI

Çatışma olgusu insanlığın ilk günlerinden beri tüm toplumsal, bireysel ve örgütsel ilişki düzeylerinde hayatın olağan akışı içerisinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bir durumdur. İnsan doğası gereği iletişime ihtiyaç duyan bir varlıktır ve bu da beraberinde bireylerle ya da belirli bir grupla etkileşime girme durumunu getirmektedir. Etkileşimin olduğu bir ortamda ise çatışma her zaman gerçekleşmesi muhtemel olan bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Çatışma, bireylerin veya grupların farklı bireyler veya gruplar arasında inançlar, düşünceler, değerler ve beklentileri konusunda zıt görüşlere sahip olunan durumlarda meydana gelen bir süreçtir. (De Breu & Beersma,2005: 106). Çatışma bu noktada çıkarların farklılık gösterdiği bir üstünlük gösterebilme mücadelesine dönüşmektedir. Bu noktada iletişim sürecinin kalitesi belirli parametreler üzerinden gerçekleşmektedir. İletişimin niteliğinin gelişmesi, toplumda geçerli olan normlar, ahlaki ve etik değerler, güven algısı gibi parametrelere bağlıdır.(Dilsiz,2022:11). Kısacası çatışmayı bireyler veya gruplar arasında çeşitli sebeplerden kaynaklanan uyumsuzluk süreci olarak tanımlayabiliriz. Bu sebepler çok çeşitlilik gösterse de hepsinin temelinde zıtlık bulunmaktadır. Çatışma, bireylerin sahip olduğu, görev, eğitim, yaş ve cinsiyet gibi sosyolojik özelliklerinin yanı sıra ahlak, karakter, yaşayıp yetiştiği aile yapısı, içinde bulunduğu toplum, ideolojisi ve hayat görüşü gibi birçok özellikten kaynaklanan bir uyumsuzluk sürecidir. (Öztekin,2002). Bireyler ya da gruplar arasında var olan bir mutlak bağ çatışmanın önemli noktalarındandır. ( Bayar,2022:66).

Bu bağ temelde 3 temel ön kabule dayanmaktadır. Sözlü ya da fiili olarak var olan çatışma sürecinin ön kabullerini Abercombıe & Ruth’ tan aktaran Aydınalp ; tüm insanların içgüdüsel olarak sahip olmak için mücadele ettiği temel çıkarlar, az bulunan ve eşit paylaşımı olmayan zorlayıcı ve toplumsal anlamda ilişkileri tayin eden güç ve var olan değerler ve düşüncelerin toplum genelinin hedef ve kimlik oluşumunu var eden araçlar olmaktan çok farklı toplulukların kendine has amaçlarını hayata geçirmek için başvurdukları silahlar olarak belirtmektedir. ( Aydınalp,2010: 190). Çatışmayı bu noktada bu bağların gruplar ve bireyler arasında sebep olduğu eşitsizliklere odaklanarak incelemek gerekmektedir.

    1. TOPLUMSAL ÇATIŞMA

Toplumsal çatışma kuramı köken ve sosyolojik olarak Marx’ ın ekonomi politiği ve sosyal felsefesine dayanmaktadır. Marx’ın belirttiği düşünce toplumsal örgütlenmeyi şekillendiren temel unsurların üretim ve mülkiyet ilişkileri olduğu şeklindedir. Toplumun temelini ekonomik yapıyla ilişkilendiren Marx, ‘‘ sosyal, siyasal ve zihinsel yaşam sürecinin maddi üretim yöntemleri tarafından belirlendiğini’’ belirtmektedir.( Marx,1859). Toplumsal örgütlenmeyi belirleyen üretim ilişkileri, mülkiyet yapısı ve sermaye dağılımı toplumsal anlamda sınıflar arası çatışmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Toplumu oluşturan katmanlar farklılaştıkça çatışma farklı zeminlerde meydana gelmektedir. Kısacası toplumsal çatışma hayatın içerisinde sosyal ve toplumsal yaşam dinamiklerini oluşturan birçok farklı formda kendini belli etmektedir.

Toplumsal cinsiyet rolleri, dini, etnik, uluslararası ve sınıflar arası çatışma ilk bakışta toplumsal çatışmayı oluşturan temel yapıtaşlarıdır. (Akdağ, 2020:5233). Farklı kültürleri ve değerleri içerisinde barındıran toplumlar bu yapıtaşlarını da doğal olarak içerisinde barındırmaktadır. Bu barındırma dolayısıyla bir uyuşmazlık yaşandığı zaman toplumsal çatışmayı oluşturan itici güç konumuna gelebilmektedir. Bunlar toplum içerisinde sosyal anlamda yaşanabilecek çatışma yapıtaşlarını oluştururken en yaygın çatışma ise kısıtlı ürünlerin toplum içerisindeki dağılımı ve finansal kaynaklar üzerine olan çatışmadır. ( Johnson,2008:367).Bu tanımlamalar toplumsal anlamda çatışmanın beslendiği iki temel kaynağın sosyal ve ekonomik temelli olduğunu belirtmesi açısından önemlidir. Marx’ın görüşü bu noktada destekleyici niteliktedir. Toplumsal anlamda bir çatışma öncelikli olarak ekonomik düzen içerisindeki uyuşmazlık ve eşitsizlik olarak ortaya çıkmakta ve daha sonra sosyal anlamda var olan diğer tüm yapılara da sirayet etmektedir.

Bu düşünceyi açmak gerekirse ekonomik anlamda toplum içerisinde üst sınıflarda yer alan bireyin yaşam standartları toplum geneliyle kıyaslandığında daha iyi bir noktadadır. İçinde bulunduğu toplum içerisinde kaynaklara ve hizmetlere ulaşması diğer sınıflarla kıyaslandığında daha kolay olacaktır. Kaynakların sınırlı olduğu bir ortamda böyle bir durum alt sınıflardaki bireylerin kaynaklara ve hizmetlere ulaşımını zorlaştırmaktadır. Bu durum genel itibariyle değerlendirildiğinde toplumsal çatışma ortamına zemin hazırlayan başlatıcı güç konumundadır. Alt ve üst sınıflar arasında gerçekleşen güç mücadelesi daha iyi bir konuma gelebilmek adına gerçekleştirildiğinden dolayı sınıflar arası geçişi zorlaştırabilmektedir, çünkü toplum içerisindeki her sınıf kendi içerisinde bir uyum oluşturarak kendi değerler sistemini geliştirmişlerdir. Alt sınıftan gelebilecek farklı grupların üst statülerde yer edinmesi sınıf içindeki değerler sistemiyle uygunluk göstermediği durumlarda sınıf içerisinde çatışmaya ve sonraki aşamalarda toplumsal çatışmaya dönüşmektedir. Kısacası ekonomik anlamda başlayan eşitsizlik diğer siyasi, sosyal ve zihinsel yaşam süreçlerinde de kısacası toplumu oluşturan tüm değerler sistemi içerisinde yer edinmeye başlar ve toplumsal çatışma artık geri dönülemez bir noktaya ilerler.

Bir durumun toplumsal çatışma olarak değerlendirilmesi belirli koşulların meydana gelmesiyle mümkündür, kısacası toplumsal çatışma olarak değerlendirebilmek için bireylerin diğer gruba ya da gruplara muhalefet eden, bilinçli gruplar olarak hareket etmesi gerekmektedir. ( Kriesberg,1973:46). Alt sınıflardan üst sınıflara geçme mücadelesi veren bireylerin ya da grupların gerçekleştirdiği hareket bu duruma örnektir. Bu tanımdan yola çıkarak, grupların bilinçlenme düzeyi ve toplum katmanları arasında bağ kurulması mümkündür. (Akdağ, 2020:5237).

  1. TOPLUMSAL HAREKETLİLİK ve ÇATIŞMA İLİŞKİSİ

Dünya üzerinde yaşayan insanların varlığıyla kendine has özellikleri içerisinde barındırarak bir araya gelerek yaşamını sürdürmekte olan toplumlar, yaşamın temel ögesidir. Toplumların bir arada bulunma motivasyonunun sosyal yaşamı paylaşmaktan ziyade zaman içerisinde oluşturdukları tüm bilişsel, kültürel, maddi ve manevi değerler etrafında birleşebilme becerisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Toplum içerisinde yer eden bu değerlerin işleyişi birbirleri ile olan uyumu üzerine kuruludur. Tüm toplumları göz önüne aldığımızda bunu görmemiz mümkündür fakat toplumlar her ne kadar bu sabit değerler etrafında birleşmiş olsalar da zaman içerisinde toplum içerisinde çok farklı sebepler ile gerçekleşen hareketlilik, sosyal yaşamı ve dolayısıyla bu değerleri değiştirecek ve etkileyecek konuma gelebilmektedir. Bu noktada toplumsal yapı, ekonomi, siyaset ve ideoloji gibi toplumsal katmanların varlığıyla şekillenmekte ve aynı şekilde toplumsal olguda ekonomi, siyaset ve ideolojinin dolayımlanmasından şekillenmektedir.( Akdağ,2020:5236). Bu değerlendirmeden yola çıkarak toplumsal yapının şekillenmesinde birbirine geçmiş birçok süreç olduğunu görmemiz mümkündür. Yaşamın nasıl sürdürüleceği ve toplumun nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda görüşler ortaya koyan farklı ideolojiler farklı “sosyal, bilişsel ve motivasyonel” stillere sahiptir (Jost vd,2009:309). Kendi içerisinde birbirine geçmiş birçok katmandan oluşan toplumsal yapının hareketliliği sonucunda bu katmanların karışıklığı beraberinde çatışmayı da getirmektedir. Bu doğrultuda farklı ideolojilerin varlığı çatışma oluşturmaktadır. (Oçak, 2018:60). Aynı şekilde bu ideolojilerin varlığı toplum içerisindeki sınıflarla uyuşmama durumu da söz konusudur, ekonomik, sosyolojik, ideolojik veya kültürel olarak çeşitlendirilebilecek sebepler uyuşmazlığın başlatıcı konumundaki itici güç olabilmekte ve toplumları zorunlu ya da gönüllü olarak coğrafik ya da sosyal olarak hareketliliğe geçirebilmektedir.

Bu doğrultuda toplumsal hareketlilik sürecini gerçekleştiren toplumlar beraberinde tüm ideolojileri, tüm kültürel ögeleri kısacası toplumsal yaşamı oluştururken birleştirici güç konumunda olan tüm değerleri de beraberin de götürmektedir. Tüm bu yapıları tek bir çatı altında toplayıp kapsayıcı bir bakış açısıyla ele almak için ‘‘ kültür’’ kavramı üzerinden yola çıkmakta fayda var. Hayatın içerisinde her alana etki eden kültür olgusunun toplumdan topluma farklılaşması ve toplumların birbirleriyle olan etkileşimi toplumsal boyuttaki çatışmayı tetikleyebilmektedir. Bu noktada kültür üzerine yaptığı çalışmalar ile bilinen Hofstede’nin kültürün dört farklı boyutu üzerinden incelediği başlıklar oluşabilecek muhtemel çatışma sebepleri için fikir edinmek adına önemlidir. (Hofstede, 1984). Kültürün örgütsel anlamdaki etkisine yönelen bu çalışma dört temel başlık üzerinde durmaktadır fakat bu başlıklar sadece örgütsel anlamda değil toplumsal anlamda da ön plana çıkmaktadır.

  • Bireycilik- Toplulukçuluk

Bu boyutta birey ve toplum arasındaki karşılıklı ilişki üzerine durulur. Açmak gerekirse bireyin kişisel istekleriyle içerisinde yaşadığı toplumun çıkarlarının çatışmasıdır. Bu noktada birey ve toplum arasındaki uyuşmazlık çatışmanın kaynağıdır.

  • Güç Aralığı

İçinde bulunulan toplum veya kurum içerisinde yer alan bireyler arasında güç dağılımının eşitlik ölçüsüyle ilişkili olan bu boyutta, toplumun kendi içerisinde gücün eşit ilkeler dahilinde dağıtılmama durumuna verdiği tepki önemlidir.

  • Erillik- Dişilik

Kadın ve erkekler arasında var olan biyolojik farklılıklara dayanan toplumsal yaşayış içerisindeki rollerine yapılan atıflardır. Eril kültürlerde kadına yüklenen anlam veya tam tersi olarak dişil kültürde erkeğe yüklenen anlamlar ön plana çıkmaktadır.

  • Belirsizlikten Kaçınma

Bireylerin gelecekte yaşayacakları muhtemel ortamların belirsizliğine ne derecede müsamaha gösterdiği ile ilgili olan bu boyutta, bir toplum içerisinde yaşamlarını sürdüren bireylerin belirsizlik anlarında kişisel olarak hissettikleri rahatsızlık derecesi, netliğin olduğu belirgin ve uyumun sürdüğü ortamları tercih etme oranlarını göstermektedir.

Bu temel dört boyut üzerinden irdelediğimizde toplumsal hareket sonucu çatışma ortamı oluşturabilecek güce sahip kültürel değerler sistemine dil, din, ırk gibi etkenleri de dahil etmek mümkündür. Toplumsal hareketin gerçekleştirildiği toplum içerisinde bireyin kendisiyle kimlik çatışması yaşamasına da sebep olabilmektedir. Bu durumu yansıtan hareketler arasında göç olgusu bireysel ve toplumsal anlamda çatışmanın temel dayanak noktasıdır. Bu durumun daha iyi bir şekilde anlaşılması açısından, Türkiye’ den Almanya’ya yoğun bir şekilde gerçekleşen işçi göçü bu duruma iyi bir örnektir. İslam kültürü ve gelenekleriyle şekillenen bir toplumdan, modern, sanayileşmiş ve bireyci toplum kültürünün egemen olduğu bir yapı içerisinde kendini bulan Türk işçiler, etkileşiminin kaçınılmaz olduğu ortamda birçok sarsıntıya maruz kalmıştır. (Çelik,2008: 110). Bu noktada Türk işçilerinin yaşadığı problemler, Türk toplum yapısını şekillendiren ideolojilerin, Alman toplum yapısını şekillendiren ideolojilerle yaşadığı uyuşmazlık sürecinden kaynaklanmaktadır. Trompeneaars’a (1994) göre uluslar, kurumlar ve hatta mesleki gruplar arasında bile farklılık gösteren kültür olgusunun ne kadar büyük bir etken olduğunu, kültürel dinamikler doğrultusunda olaylara bakış açılarının farklılaştığını belirtmektedir. (Trompenaars, 1994). Türk göçmenler örneği üzerinden devam edecek olursak, geçici süreyle giden grupların kalıcı hale gelmesi çatışma ortamına etki eden bir diğer unsurdur. Göç süreci içerisinde nitelik ve anlam bakımından farklılaşan gurbet durumu, farklılıklardan ayrıma doğru evrilen çatışma ve dışlamaların kışkırttığı bir aidiyet bilinci oluşturmuştur. (Çelik,2008: 110). Bu aidiyet bilincinin oluşumu ise ideolojik değerlere karşı gösterilen hassasiyet derecesinin toplum içerisindeki yansıması ve sonuçları doğrultusunda gelişmektedir. Alman toplumunun katı yapısına ve diğer kültürel özelliklerine adapte olmakta zorlanan Türk işçileri, sadece Alman toplumu içerisindeki yaşadığı çatışmaların öznesi olarak kalmamakta, zaman içerisinde Türk toplumu içerisinde edindiği değerlerle kendi kimliğiyle yaşadığı çatışmanın da öznesi konumuna gelmektedir. Bu noktada bireysel veya toplumsal yapının tepkisel unsurlarının motive ettiği kimlik oluşumu, çatışmanın şiddeti, kendi kültürel köklerinden uzaklaşma veya kimlik oluşumu, değer ve inançlarının aşırı yüceltilmesiyle meydana gelen karşıt durumlarla temsil edilmektedir. (Çelik,2008: 110-111).

Genel olarak toplumsal hareketlilik sonucu toplum içerisinde başlayan çatışma süreci, zaman içerisinde bireyin geçmiş kültürel değerleriyle edindiği yaşam tarzının gittiği toplum içerisindeki yaşam tarzına uymamasıyla veya bireyin değerler arasında sıkışmasıyla kimlik oluşturma sürecinde bireyin kendiyle çatışmasına sebep olan özel bir noktada sonlanır. Genel bir değerlendirme yapacak olursak çeşitli sebeplerle gerçekleşen toplumsal hareketlilik sürecinde, birey veya gruplar içerisinde bulunduğu toplumun temel değerlerini de beraberinde götürerek içinde bulunduğu toplum içerisinde çatışmanın temelini hazırlamaktadır. Oluşan bu çatışma ekseninde bireye veya gruplara karşı geliştirilen bakış açısı da çatışmayı artırıcı veya azaltıcı etkiye sahip olabilmektedir. Bu noktada içinde bulunulan toplumun tutucu olması çatışmayı şiddetlendirebilmektedir. Süreç içerisinde topluma adapte olan veya olmaya çalışan bireylerin çatışması, kendi kimliklerini oluşturan değerler sistemini hedef alarak kimlik oluşumun sürecinde kişinin kendiyle çatışmasına dönüşmektedir.

  1. SONUÇ ve TARTIŞMA

Yapılan tüm değerlendirmeler ve örnek olaydan yola çıkmak gerekirse, toplumsal hareketlilik sürecinde birey edindiği tüm birikimleri de hareketliliğin gerçekleştiği topluma taşıyarak çatışma ortamını hazırlamaktadır. Bu çatışma ortamının zeminini oluşturan değerler sistemi, toplumlar ve kültürler arasında farklılık gösterdiği için bir uyum sürecinden geçerek yeniden şekillenmektedir. Bu şekillenme sürecinde birey, sahip olduğu değerler sistemi doğrultusuyla yaşamını devam ettirmeye çalıştığı için içinde bulunduğu toplumun değerler sistemiyle çatışma yaşaması kaçınılmaz bir hale gelmektedir. Genel mahiyette toplumsal boyutta baş gösteren bu değerler çatışması özel noktada bireyin kendiyle çatışmasına da sebep olabilmekte ve bireyin kimlik oluşum sürecini de etkilemektedir. İki farklı kültür arasında kalan bireyin yaşadığı kimlik oluşumu içinde yaşadığı iki toplumun değerleri üzerinden şekilleneceği için bu noktada ideal bir kimlik inşa süreci zorlaşmaktadır. Tüm bu noktaları tek bir çatı altında birleştirmek gerekirse, bireyin aynı amaçlar ve değerler etrafında buluşarak inşa ettiği ve içinde yaşadığı toplum zaman içerisinde çeşitli sebepler dolayısıyla bir hareketlilik gerçekleştirdikleri için kendilerini şekillendiren, benliklerini oluşturan kültürel ögeleri de hareketlilik sürecine katarak hareketliliğin gerçekleştiği topluma götürmektedir ve bu durum çatışmayı oluşturan temel nokta olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

KAYNAKÇA

Akdağ, İ. (2020). Çatışma teorisi bağlamında tarihsel-toplumsal çatışmanın değişen biçimleri üzerine bir inceleme. OPUS Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi15(1), 5231-5251.

Aydinalp, H. (2010). Sosyal çatışma ve din. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi19(2), 187-215.

BAYAR, M. (2022). Örgütlerde İş-Aile Çatışması ve Çatışma Yönetiminde Çözüm Stratejileri. International Anatolia Academic Online Journal Social Sciences Journal8(1), 65-74.

Çelik, C. (2008). Almanya’da Türkler: Sürekli yabancılık, kültürel çatışma ve din. Milel ve Nihal5(3), 105-142.

Çolak Türe, E. (2021). Kökenlerden Menzillere Toplumsal Hareketlilik Stratejileri: Türkiye’de ve Almanya’da Yaşayan Emekli Türk Bireylerin Durumları Üzerine Niteliksel Bir İnceleme.

De Dreu, C. K., & Beersma, B. (2005). Conflict in organizations: Beyond effectiveness and performance. European journal of work and organizational psychology14(2), 105-117.

Dilsiz. V. (2022). Sosyal Sermaye Biriktirmede Duygusal Zekanın Yeri ve Önemi

Gıddens, A. (2000). Sosyoloji, Yayına Hazırlayan : Oktay Özdemir, İstanbul : Kırmızı Yayınları

Hofstede, G. & Bond, M. (1984). Hofstede’s Culture Dimensions: An Independent Validation Using Rokeach’s Value Survey. Journal of Cross-Cultural Psychology, 15(4), 417-33.

Jenkins, J. C. (1983). Resource mobilization theory and the study of social movements. Annual review of sociology9(1), 527-553.

Johnson, D. P. (2008). Contemporary sociological theory. An Integrated Multi-Level Approach. Texas: Springer.

Jost , J. T., Federico, C. M., & Napier, J. L. (2009). Political Ideology: Its Structure, Functions, and Elective Affinities. The Annual Review of Psychology, 307-337.

Kalaycıoğlu, S. H., Kardam, F., Tılıç, H. R., Çelik, K., & Türkyılmaz, S. A. (2008). Ankara kent merkezinde toplumsal tabakalaşma, Hareketlilik ve sosyo-ekonomik statü araştırması.

Kriesberg, L. (1973). The sociology of social conflicts (p. 17). Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.

Oçak, Z. (2018). İDEOLOJİ KAVRAMINA MARKSİST VE POST MARKSİST YAKLAŞIMLAR: KARL MARKS, ANTONIO GRAMSCI VE LOUIS ALTHUSSER. Dördüncü Kuvvet Uluslararası Hakemli Dergi1(2), 56-74.

Özalp, İ. (1989). ÖRGÜTLERDE ÇATIŞMA. Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi7(1), 81-114.

Öztekin, A. (2002), Yönetim Bilimi, Ankara : Siyasal Kitabevi.

Sorokin, P. A. (1959). Social and cultural mobility. New York4, 99-145.