*Volkan DİLSİZ
Öz
Pierre Bourdieu sermayeyi üçe ayırır: bunlar ekonomik, kültürel ve sosyal sermayelerdir. Sosyal sermaye ise en az iki kişi arasında, güvene dayalı bir şekilde kurulabilen iletişim imkanı, biraz daha geniş bir tanımlamayla, toplumu oluşturan fertler, sivil toplum örgütleri ve kamu kurumları arasındaki koordinasyon faaliyetlerini kolaylaştırarak toplumun üretkenliğini arttıran, güven, norm ve iletişim ağı özellikleri şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu çalışmada, Amerikalı nöropsikoloji ve gelişim uzmanı Howard Gardner’ın 1983 yılında yayınladığı Frames of Mind (Zihin Çerçeveleri) adlı kitapta ortaya koyduğu Çoklu Zeka Kuramı’ndan (Multiple Intelligences Theory – MI) hareketle, zekanın, özellikle de duygusal zekanın sermaye, özellikle de sosyal sermaye biriktirmedeki yeri ve önemi irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sosyal sermaye, duygusal iletişim, duygusal zeka.
Abstract
Pierre Bourdieu divides capital into three: these are economic, cultural and social capitals. Social capital, can be defined as the possibility of communication that can be established between at least two people in a trust-based manner. And with a slightly broader definition, as the characteristics of trust, norms and communication networks that increase the productivity of the society by facilitating the coordination activities between the members of the society, non-governmental organizations and public institutions. In this study, based on the Multiple Intelligences Theory (MI) put forth by the American neuropsychology and development expert Howard Gardner in his book Frames of Mind published in 1983; intelligence, especially emotional intelligence, and it’s place and importance for social capital accumulation is examined.
Keywords: Social capital, emotional communication, emotional intelligence.
*Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yönetim Bilişim Sistemleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Programı
Giriş
İnsanlar yaşadıkları hayat boyunca ellerinde sahip oldukları kısıtlı kaynaklar ve ihtiyaç duydukları sonsuz gereksinimleri arasında bir denge kurmak zorundadırlar. Kimi zaman çok yoğun bir günlük tempoda aile yaşantısına vakit ayıramayan bir anne, işlerini aksatmak pahasına boş zaman yaratmaya çalışabilir ya da harçlıklarını biriktirip bir bisiklet almaya çalışan çocuk en sevdiği abur cuburdan haftalarca mahrum kalabilir. Burada önemli olan kaynakların akıllıca kullanılarak, mümkün olan en yüksek faydayı en kısa sürede, istek ve arzular doğrultusunda kullanabilmektir.
Zekanın bir konusu olarak kaynak yönetiminden bahsedildiğinde de süreçleri hızlandırmak ya da kolaylaştırmak için bir takım farklı yollara başvurulabilir. Maddi imkânları yeterli bir üst düzey yönetici iş yapış şeklinde profesyonel bir yardım alarak iyileştirmelere gidebilir (örneğin kişisel asistan istihdam etmek) ve kendisi için ekstra boş vakit yaratabilir ya da yıllar öncesine dayanan bir aile dostluğuna binaen satın alınması istenen bir ürün ya da hizmette ciddi oranda indirim alınabilir. Nitekim hedefe doğru yürünen yolda zekanın etkisiyle bazı avantajlar yakalanabilir. Ancak verdiğimiz iki örnekten ilkinde sayısal ve ticari bir zekanın etkisiyle sorun çözülebilmişken, ikinci örnek bundan biraz daha farklı bir yolla ancak yine zeka pırıltısının etkisiyle çözülebilmiştir.
Bu farkı ortaya daha net koyabilmek için öncelikle farklı zeka türlerinin farklı alanlarda nasıl etki yarattığı konusu üzerine bir temel oluşturmalı sonrasında konumuz olan sosyal / duygusal zekanın yine konumuz olan sosyal sermayeye ilgisini tartışmalıyız. Ancak bu ayrımı daha iyi özümseyebilmek için öncelikle zeka kavramını henüz zeka ile ilgili çok yönlü ve disiplinlerarası bir çalışma alanı oluşmadan önceki dönemden itibaren irdelemeliyiz.
1) Zeka Kavramı
Türk Dil Kurumu Sözlüğünde geçtiği şekliyle zekanın anlamı; “insanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı” olarak ifade edilebilir. Genel manada zeka; öğrenme, anlama ve alışılmamış durumlarla baş edebilme yeteneği olarak tanımlanabilirken, Kirby’ye göre zeka, bir basit bilgiyi alıp, onu yeni ve farklı olaylarda kullanma becerisidir. (Gürbüz ve Yüksel, 2008: 176).
Zekanın tam olarak ne anlama geldiğini tanımlamak için 20. yy başlarından bu yana çeşitli çalışmalar yapılmış, zekayı ölçebilmek için çeşitli testler geliştirilmiştir. 1904 yılında Fransız Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle Fransız Psikolog Alfred Binet bir ölçüm aracı geliştirmeye çalışmış ve bu çalışmalar ilk zeka testlerinin oluşmasına önayak olmuştur. (Karabulut, 2012: 19) Çalışmalar sonucunda insan zekasının ölçülebileceği ve zeka düzeyinin IQ (Intelligence Quotient – Zeka Katsayısı / Ölçüsü) tek bir sayıya indirgenebileceği görüşü hakim olmuştur. Bu görüş ise zekanın doğumla belirlenmiş, sabit, ölçülebilir ve değişmez bir olgu olduğu kanısını uyandırmıştır.
Bu çalışmadan yıllar sonra, Amerikalı nöropsikoloji ve gelişim uzmanı Howard Gardner, 1983 yılında yayınladığı Frames of Mind (Zihin Çerçeveleri) adlı kitapta Çoklu Zeka Kuramı’nı (Multiple Intelligences Theory – MI) ortaya koymuş, zeka olgusuna farklı bir bakış açısı getirmiştir. Gardner kitabında zekayı “Bir kişinin bir veya birden fazla kültürde değer bulan bir ürün ortaya koyabilme ve günlük ya da mesleki hayatında karşılaştığı bir problemi etkin ve verimli bir biçimde çözme yeteneği” olarak ifade etmiş, kuramında bireylerin farklı zeka alanlarına ve boyutlarına sahip olabilecekleri görüşünden yola çıkarak, kişilerin sahip oldukları bireysel farklılıklar üzerinde durmuştur (Koç & Şahin, 2014: 287).
2) Çoklu Zeka Kuramı
Gardner’ın çalışmalarından sonra zeka konusundaki genel anlayış; insanların sahip oldukları farklı özelliklere göre farklı yeteneklere sahip olabilecekleri şeklinde değişmiş, daha önceki yaygın görüş olan zekanın doğuştan gelen bir tür “hesap kitap” becerisi olma durumu; yerini, sonradan da farklı yönlerde geliştirilebilen bir “meleke” olma durumuna evrilmiştir.
Bu anlayışın hakim olmasından sonra bu alanda yapılan çalışma sayısı da artış göstermiş ve bu alan artık literatürde daha geniş bir yer tutmaya başlamıştır. (Altan, 1999: 106) Bu çalışmalardan önce ortaya atılmış zeka testleriyle belirlenebilen rakamsal ifadelerin bir tür total zeka ölçüsü olduğu görüşü hakimdi. Binet’in zekayı ölçmek için literatüre kazandırdığı zeka testi başarılı olmuştur ve önce A.B.D. sonra tüm dünyada zeka testleri büyük popülarite kazanarak insanların sohbet aralarında “Benim zeka seviyem 140, seninki kaç?” vb. diyaloglar geçmesine neden olmuştur. (a.g.e.: 107)
Bu durumun 21. yüzyıla doğru yapılan yeni çalışmalarla değişmesinden sonra ortaya neredeyse her insan davranış ve özelliğine göre farklı zeka türleri olduğu bilgisi çıkmıştır. Özellikle psikolog, filozof ve eğitimcilerin çeşitli deney ve gözlemleriyle desteklenen bu görüş ilk olarak 1967 yılında Harvard Eğitim Bilimleri Ensititüsü’nde (Harvard Graduate School of Education) Nelson Goodman’ın başlattığı “Proje Sıfır” (Project Zero) ile dile getirilmiştir. (a.g.e.: 107) Bu projede amaç, hakim görüş olan mantıksal ve sözel sambol sistemlerinin farklı açıklayıcı ve iletişimsel sistemlere kıyasla önceliğe sahip olduğu fikrine bir antitez oluşturmaktır. Sonrasında 1979 yılında projeye birkaç farklı araştırmacıyla dahil olan Gardner’ın “İnsan Potansiyelinin Doğası ve Ortaya Çıkarılması” (The Nature and Realization of Human Potential) adlı çalışması “Çoklu Zeka Kuramı”nın ortaya çıkmasının temellerini oluşturmuştur. (a.g.e.: 107)
Bu kurama göre zeka türlere ayrılmaktadır ve insanların sahip oldukları doğuştan gelen genetik yatkınlıkların yanısıra sonradan edindikleri bilgi, birikim, tecrübe ve çalışmalara göre çeşitlenip gelişebilmektedirler. Örnekleriyle özetlenecek bu türler sırasıyla sözsel / dilsel zeka, mantıksal / Matematiksel zeka, görsel / mekansal zeka, bedensel / kinestetik zeka, müzikal / ritmik zeka, içsel / kişisel zeka, doğa zekası ve kişilerarası / sosyal / duygusal zekadır.
2.1) Sözel / Dilsel Zeka
Ana dilini ve diğer dilleri kullanma, zihindekini ifade etme ve diğer insanları anlama kapasitesidir. Bu tür zekada sözcükerlin temel işlevlerini çok ustaca kullanarak okuma, yazma, dinleme ve konuşma aracılığıyla nitelikli bir iletişim kurabilmeye imkan sağlamaktadır. (Başaran, 2004: 9) Örnek olarak henüz 36 yaşında vefat etmesine rağmen Türk Şiiri ve İstanbul ile özdeşleşebilecek kadar güzel eserler verebilmiş olan Orhan Veli Kanık verilebilir. Şair Türkçe dilini ve içindeki kelimeleri en yalın ve şık hâliyle ustaca kullanarak milyonlarca insanı hayran bırakan bir edebi kariyer ortaya koymuştur.
2.2) Mantıksal / Matematiksel Zeka
Sayılarla düşünme, hesaplama, sonuç çıkarma, mantıksal ilişkiler kurma, hipotez üretme, problem çözme kapasitesidir. Aynı zamanda anlamsal olarak birbirine benzer kavramları gruplama, onları bir bütün halinde değerlendirip ortak çözümler üretebilme becerisi de bu zeka türünün kapsadığı bir konudur. (Köksal, 2006: 477) Örneğin, Prof. Dr. Aziz Sancar’ın da aralarında olduğu 3 bilim insanına 2015 yılında verilen Nobel Kimya Ödülü’nün konusu DNA’ların kendilerini nasıl tamir ederek içlerindeki genetik bilgiyi nasıl koruduklarına dair bir haritalandırma yapmış olmalarıdır. Burada bilimin o zamana kadar eriştiği bilgilerin bir tür birleşimi yoluyla anlamlı bir “desen” (pattern) yakalayabilmiş olma becerisi devreye girmiştir ve bu mantıksal / Matematiksel zekaya bir örnek teşkil eder.
2.3) Görsel / Mekansal Zeka
Resim, şekiller, üç boyutlu nesneleri algılama ve uzaysal dünyayı zihinde canlandırma kapasitesidir. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ya da kısaca DEHB olarak adlandırılan durumda görülen Disleksi (nörolojik nedenlerden kişinin okuma ya da yazma fonksiyonlarıyla ilgili sorunlar yaşadığı rahatsızlık) vb. rahatsızlıklarda kişi genel manada normal bir zeka düzeyine sahip olmasına rağmen görsel / mekansal zeka yetersizliği nedeniyle basit bir cümleyi ya da kelimeyi harflerin yerini karıştırmadan okuyamayabilir ya da yazamayabilir. (Kiriş ve Karakaş, 2004: 150) Bunun tersine örnek verilecek olursa oyun yayıncılarının daha önce defalarca bitirdikleri açık dünya macera oyunlarını (Open World Games), zaman karşı bir yarışla en kısa sürede bitirmek için en kestirme yollardan, en optimize kontrollerle oynayış gerçekleştirmesi söylenebilir. Burada daha önce yanından geçtiği bir kaya, çalı, tabela vb. oyun nesnesi oyuncunun yüksek görsel / mekansal zekası sayesinde hızlıca yol bulmayı sağlayacak bir ipucuna dönüşmektedir ve ilk oynanışta yüzlerce saat bir oynayış gerektiren oyunlar 30 dakika gibi kısa sürelerde bitebilmektedir.
2.4) Bedensel / Kinestetik Zeka
Bedeni ve organları etkin biçimde kullanarak problem çözme, hareket, jest ve mimiklerle kendini ifade etme, beyin / beden koordinasyonunu etkili biçimde kullanabilme becerisidir. Bu tür zekanın baskın olduğu kişilerde spora yatkınlık, spor faaliyetlerinden keyif almak gibi durumlar görülür. (Ermiş vd., 2012: 27) Örneğin profesyonel futbol kariyeri boyunca birçok başka futbolcunun en iyi dönemlerinde, her sezon onlara bir rakip olarak istikrarlı bir şekilde üstün performans gösteren Cristiano Ronaldo, farklı liglerde farklı takımlarda aynı başarılı performansı disiplinle gerçekleştirdiği bireysel antrenmanlarla geliştirdiği bedensel / kinestetik zekası ile sağlamıştır.
2.5) Müzikal / Ritmik Zeka
Sesler, notalar, ritimlerle düşünme, farklı sesleri tanıma, yeni ses ve ritimler üretme, müzik aletlerine, çevreden gelen seslere duyarlı olma kapasitesidir. Çocukluğun ilk dönemlerinde ebeveynlerin iletişim kurma şekillerine anlam katan bir takım tonlamalar ve ritimler kurulması, gelecekte çocukların bilişsel düzeylerine ciddi katkılar sağladığı bilimsel verilerle ispatlanmıştır. (Çuhadar, 2017: 9) Örneğin dünyaca ünlü Türk Piyanist Fazıl Say, henüz 8 yaşındayken kendi bestesi olan “Piyano Bana Ne Dedi?” adlı eserini 1978 yılında katıldığı bir TRT programında ustaca icra etmiştir. Sonrasında sahip olduğu müzikal / ritmik zekayı kullarak kariyerini geliştirip bir piyano virtüözü olmuştur.
2.6) İçsel / Kişisel Zeka
Bireyin kendi duygularını, isteklerini, ilgilerini, sınırlarını anlama, kendini değerlendirebilme ve kendisiyle ilgili hedefler oluşturabilme kapasitesidir. Türkiye’de eğitim düzeyi arttıkça bu zeka türünün geliştiğine dair çalışmalar mevcuttur. (Güllü ve Tekin, 2009: 255) Burada uç bir durum olmasına rağmen kendisine paranoid şizofreni tanısı konulmuş Matematik dehası Prof. Dr. John Forbes Nash Jr.’ın gördüğü halisünasyonları, hasta olduğunun bilinciyle aslında gerçek olmadıklarını fark edebilmesini sağlaması içsel / kişisel zekanın özel bir örneği olarak verilebilir. Nash, kendi benliğinin farkına vararak hastalığını aşıp, literatüre devrim niteliğinde bir katkı sunup 1994’te Nobel Ekonomi Ödülü’nü almıştır.
2.7) Doğa Zekası
Doğadaki tüm canlıları tanıma, araştırma, canlıların yaradılışları üzerine düşünme kapasitesidir. Bu türden zekaya sahip olan kişiler bir taraftan etkinliklerini gerçekleştirirken ekolojik dengeye zarar vermemek gibi bir hassasiyet ve alışkanlık edinirken diğer taraftan doğanın kimi zaman vahşileşen şartlarına uyum sağlayarak hayatta kalma refleksi gösterebilme becerisine sahip olurlar. (Canbay ve Edizer, 2012: 86) Örneğin “Doğadaki İnsan” adında bir televizyon programı yapan Serdar Kılıç, doğal dengeye zarar vermeden doğada karnını doyurabilme, barınabilme, güvenliğini sağlama ve hayatta kalma refleksini sıradan bir insana göre çok daha kolayca göstererek geniş bir insan kitlesi için bir ilham kaynağı olabilmiştir.
2.8) Kişilerarası / Sosyal / Duygusal Zeka
Diğer bireylerle sözlü / sözsüz iletişim kurma, insanların duygu, düşünce ve davranışlarını anlama, yorumlama ve onları ikna edebilme becerisidir. Gardner’ın Çoklu Zeka Kuramı’nda söz ettiği kişilerarası / sosyal zeka alanına ve duygusal zeka teorilerine alt yapı oluşturan, Thorndike’ın 1920’li yıllarda gündeme getirdiği sosyal zeka kavramıdır. Thorndike zekanın mekanik, soyut ve sosyal olmak üzere üç temel bileşenden oluştuğunu ileri sürmüş, mekanik zekayı mekanizmaları, soyut zekayı fikirleri ve sembolleri, sosyal zekayı ise insanları anlama ve yönetme yeteneği olarak tanımlamıştır (Gürbüz ve Yüksel, 2008: 176).
Gardner’a göre ise sosyal zeka, bireylerin kişisel ve kişilerarası zekasından oluşmakta, bir başkasıyla ilgilenen kişinin zekası ve duygu gruplarının karmaşık ve yüksek farklılıklarını sembolize etme yeteneği olarak tarif edilmektedir. Duygusal zeka üzerine uzun yıllar süren araştırmalar ve çalışmalar yapan ABD’li Psikolog Daniel Goleman ise, sosyal zeka üzerine yaptığı çalışmalarını 2006 yılında Sosyal Zeka (Social Intelligence) adlı kitabında ortaya koymuştur. Goleman kitabında Thorndike’ın sosyal zeka tanımlamasından bahsederek, onun, tanımın içinde yer alan ‘rahat yaşamak için hepimizin ihtiyaç duyduğu bir beceri olarak insanları anlama ve idare etme yeteneği’ tarifine eleştiriler getirmiştir.
Goleman’a göre, bu tanım kendi başına ele alındığında, katıksız manipülasyonun da kişilerarası ilişki yeteneğinin bir göstergesi olarak görülmesi yönünde bir tehlike bulunmaktadır ve sadece manipülatif olarak, karşı tarafı harcamak pahasına ancak kendi işine gelen şeylere değer vermek, sosyal zeka olarak görülmemelidir (Goleman, 2015: 74). 1997 yılında Mayer ve Salovey’in geliştirdikleri 12 yetenek testinden oluşan MEIS (The Multifactor Emotional Intelligence Scale-Çok Yönlü Duygusal Zeka Ölçeği) sonraları profesyonel kullanım için revize edilmiş, ortaya konan yeni ölçekte duygusal zekanın; duyguları algılama, duyguları özümseme, duyguları anlama ve duyguları yönetme boyutları, 141 kategori içinde değerlendirilmeye alınmıştır (Edizler, 2010: 148).
Reuven Bar-On, duygusal zekayı “bireyin kendisini ve diğerlerini anlamasını, kişilerle ilişki kurmasını ve o anda içinde bulunduğu çevreye uyum sağlayıp, o çevreyle başa çıkabilmesini sağlayan yeteneklerden oluşan ve bu sayede çevresel uyum gücünü artırarak başarıyı yakalayan” bir olgu olarak tanımlamıştır. (Reuven Bar-On, 1990: 1109 akt. Delice ve Günbeyi, 2013: 220) Sosyal zekanın temel taşlarından birisi de empati yeteneğidir. Empati en basit haliyle; diğerlerini fark etme, istek ve kaygılarını anlama anlamına gelmektedir. Goleman’a göre empati sözcüğü üç ayrı anlamda kullanılmaktadır: Öteki kişinin hislerini bilmek; o kişinin hissettiği şeyi hissetmek; ve ötekinin sıkıntısına şefkatle karşılık vermek. Bu üç empati çeşidi şu üç ardışık örnek ile ifade edilebilir: Seni fark ediyorum, duygunu paylaşıyorum ve bu yüzden sana yardım etmek için harekete geçiyorum (Goleman, 2015: 74).
Herhangi bir örgütün üyelerinin sosyal zeka düzeylerini ölçerek yeni üye alımı sağlamaları veya bir kuruluşta çalışanların duygusal zeka düzeylerini yükseltecek eğitimler vermeleri, örgüt üyelerinin memnuniyeti açısından da kurum açısından da önemlidir. Çalışan devir hızının (turnover) yüksek olmasının kuruluşa maliyeti oldukça yüksektir. Bu maliyet sadece yeni çalışanın eğitim süreciyle sınırlı olmamakta, her bir çalışanın işten ayrılması ekip arkadaşları üzerinde olumsuz etki yaparak ekip performansının düşmesine neden olabilmektedir. Görevden ayrılan özellikle yüksek derecede bir yöneticiyse maliyeti daha da artmakta, kuruluşun itibarı iş ortakları nezdinde zedelenebilmekte, kurum müşterileri rakip firmalarla çalışmaya karar verebilmektedir. “Kozmetik firması L’Oreal’de, duygusal yeterlilik açısından güçlü yanları nedeniyle seçilmiş satış temsilcileri arasından ilk yılında ayrılanların oranı, seçilmelerinde yeterlilik profillerine itibar edilmemiş olanlara göre yüzde 63 oranında daha düşük” bulunmuştur (a.g.e.: 74).
Bunlar gibi birçok farklı disiplinden çeşitli araştırmalara konu olan sosyal zeka, özellikle Goleman’ın bahsettiğimiz çalışmalarından sonra daha da popülerlik kazanmıştır. Goleman önce 1995 yılında duygusal zeka konusunda yaptığı çalışmaları Emotional Intelligence (Duygusal Zeka) adlı kitabıyla literatüre kazandırmış, 1998 yılında da iş yaşamı ile duygusal zeka ilişkisini temel alan Working With Emotional Intelligence (İş Başında Duygusal Zeka) adlı eserini yayınlamıştır. Goleman eserlerinde yıllarca süren araştırmalarından elde ettiği bulgulara yer vermiş, yeni iş ortamında işin gereği olan teknik bilgiden ve uzmanlıktan sonra aranan yeteneklerin neredeyse tamamının duygusal zeka becerilerine dayandığını belirtmiştir.
Tüm bu anlatılanların ışığında örnek olarak verilebilir ki 2. Dünya savaşı sırasında Polonya’da ticari olarak ortaya çıkan fırsatları görerek fabrika kurmuş bir Nazi olan Oskar Schindler, Alman Ordusu’nun karar vericileri ile güçlü ve yakın ilişkiler kurarak çok büyük anlaşmalar imzalamıştır.
Asıl işi emaye kap, kacak üretmek ve bir şirketi yönetmek gibi görünse de üretim işini savaş nedeniye ucuzlayan işgücü sayesinde istihdam ettiği işçilere, muhasebeyi de önceleri sahip oldukları fabrikalar elinden alınmış hesap kitap işinde uzman olan tecrübeli Yahudilere yaptırmıştır.Kendisi ise sahip olduğu şık ve karizmatik görüntü, özgüvenli mizacı, insanları iyi tanıyabilmeyi sağlayan empati yeteneği ve onlara kendilerini değerli hissettirecek hal ve hareketleriyle iyi ikili ilişkiler kurduğu Nazi Subayları’yla arkadaşlıklarını ilerletmeye kafa yormuştur. Nazi Subayları’na periyodik aralıklarla pahalı ve kaliteli hediyeler gönderen Schindler, eş ve çocuklarının da doğum günlerini takip ederek aynı ihtimamı onlara da göstermiştir. Bu şekilde amacında epey başarılı olup bir süre sonra Nazi eğlencelerinin aranan yüzü olan popüler bir adam olarak elde ettiği sosyal sermayeyi Alman Ordusu’na kap, kacak satarak nakite çevirmiştir. (Jackson, 1988: 176)
3) Sermaye Türleri
Pierre Bourdieu sermayeyi üçe ayırır: bunlar sırasıyla ekonomik, kültürel ve sosyal sermayelerdir. Anında ve doğrudan paraya çevrilebilir ve mülkiyet hakları biçiminde kurumsallaştırılabilir olana ekonomik sermaye; belirli şartlar içinde ekonomik sermayeye çevrilebilir olan ve eğitim vasıfları biçimlerinde kurumsallaştırılabilir olana ise kültürel sermaye adı verilir.
Son olarak toplumsal yükümlülüklerden “bağlantılar” oluşturan, belirli şartlar içinde ekonomik sermayeye çevrilebilir ve bir soyluluk unvanı gibi biçimlerde kurumsallaştırılabilir olan sermayeye de sosyal sermaye denir. (Bourdieu, 2010: 65 çev. Şahin)
Çoklu zeka kuramı alt başlıklarında verilen zeka türlerinde bahsedilen örneklerle de desteklenecek şekilde denebilir ki herhangi bir zeka türünde üst bir seviyede olan kişiler; sözel / dilsel zekada Orhan Veli Kanık, mantıksal / Matematiksel zekada Prof. Dr. Aziz Sancar, görsel / mekansal zekada Twitch Yayıncısı Centilmeen, bedensel / kinestetik zekada Cristiano Ronaldo, müzikal / ritmik zekada Fazıl Say, içsel / kişisel zekada Prof. Dr. John Forbes Nask Jr., doğa zekasında Serdar Kılıç, kişilerarası / sosyal / duygusal zekada da Oskar Schindler, sahip oldukları ün, kariyer, bilgi, ödül, saygınlık ve parayı yani ekonomik, kültürel ve en nihayetinde sosyal sermayelerini bu eşsiz ve birbirinden farklı zeka türü seviyelerine borçludurlar.
3.1) Ekonomik Sermaye
Ekonomik sermayenin diğer tüm sermaye türlerinin temeli ve çıkış noktası olduğu ve diğer sermaye türlerinin birer gizli ekonomik sermaye türü olarak hiçbir zaman tamamen ekonomik sermayeye tam anlamıyla indirgenemeyecek olsa dahi bazı durumlarda kolaylıkla bir tür ekonomik sermayeye dönüştürülebildiği görüşü hakimdir. (Bourdieu, 2010: 48 çev. Şahin)
Neticede her türden saygınlığın, elde edilmiş bilgi ve birikimin ya da sahip olunan çevrenin getirebileceği imkanlarla elde edilebilecek ticari ya da maddi değerler, çok hızlı bir şekilde nakde çevrilebilir; bu da ekonomik sermayenin TDK’nın sermaye için ortaya koyduğu “bir ticaret işinin kurulması, yürütülmesi için gereken anapara ve paraya çevrilebilir malların tamamı, anamal, başmal, kapital, meta, resülmal” şeklindeki tanıma uygundur.
3.2) Kültürel Sermaye
Kültüren sermaye 3 farklı şekilde tezahür edebilir: cisimleşmiş halde, nesneleşmiş halde ve kurumsallaşmış halde. Cisimleşmiş olan sermaye, insanların bedenleri ve zihinleri arasındaki uzun süreli uyumdan ortaya çıkmış yatkınlıkların tamamı olarak bahsedilebilir. Nesneleşmiş halde olan sermaye, kültürel metalar biçiminde yani kitap, yağlı boya tablo, heykel, makine enstrüman ya da bir yapı olarak somutlaşur. Kurumsallaşmış sermaye ise “güvenceye aldığı varsayılan kültürel sermayeye tamamıyla orijinal nitelikler verdiği için ayrılması gereken bir nesneleşme biçiminde.” ortaya çıkmaktadır. (a.g.e.)
3.3) Sosyal Sermaye
En basit şekil ile sosyal sermayeyi; en az iki kişi arasında, güvene dayalı bir şekilde kurulabilen iletişim imkanı, biraz daha geniş bir tanımlamayla, toplumu oluşturan fertler, sivil toplum örgütleri ve kamu kurumları arasındaki koordinasyon faaliyetlerini kolaylaştırarak toplumun üretkenliğini arttıran, güven, norm ve iletişim ağı özellikleri şeklinde tanımlamak mümkündür. (Temple, 2000: 32) 1929’da Macar yazar Frigyes Karinthy 6 Adım Teorisi’nin (Six Degrees of Separation) temellerini ortaya atmıştır. Dünya nüfusu arttıkça sosyal bağlamda mesafelerin giderek azaldığını, bir nevi dünyanın küçüldüğünü belirten Karinthy; o zamanlar her insanın birbirine ortalama 5-6 adım uzaklıkta olduğunu söylemektedir. (Zhang ve Tu, 2009: 4) Örneğin ‘Six Degrees of Kevin Bacon’ adlı oldukça popüler bir uygulama yapılmıştır. Bu uygulama sayesinde akıllara gelebilecek her türlü oyuncuyu yer aldıkları projeleri kullanarak ünlü Kevin Bacon’a en fazla 6 adımda ulaşmak mümkündür.
Aynı zamanda Stanley Milgram’ın da bu teorinin iyice popülerleşmesine yardımcı olan Küçük Dünya Deneyi’nden de bahsedilebilir. Milgram, bir adet paket hazırlar ve içine paketi alan kişiye deney gereği yapması gerekenleri anlatan bir yazı ekler. Deneyin amacı paketi önceden belirlenmiş olan kişiye ulaştırmaktır. Eğer paketi alan kişi, hedef kişiyi tanıyorsa; paketi direkt olarak ona yollar ve deney sonlanır. Tanımıyorsa, paketi başka birine yollar. Bu kişiyi seçerken de olabilecek en mantıklı tercihi yapması istenmektedir. Deney bir çok zorlukla karşılaşmıştır, paketi alan çoğu kişi deneyi saçma bulup hiçbir yere göndermemiştir. Ancak yine de hedefe ulaşan paketler olmuştur. Bu paketlerden bazıları 2-3 adımda hedefe ulaşırken, bazıları ise 9-10 adımda ulaşabilmiştir. Sonuç olarak ortalama hesaplandığında yine 5,5 ile 6 adım civarlarında bir sonucun çıktığı gözlemlenmiştir. (Ağcasulu, 2019: 1954)
4) Duygusal Zekanın Sosyal Sermayeye Etkisi
Verilen başlıklardan yola çıkarak, kurulan iletişimin niteliği ve ulaşılan kitlenin niceliği göz önünde bulundurulduğunda elde edilen sosyal sermayenin büyüklüğü ile bunlar arasında bir korelasyon bulunmaktadır. Aile, dostlar, çalışma arkadaşları, tanıdıklarla olan bağlar ve yeni tanışılan insanlar üzerinde bırakıkan ilk intiba ile sonrasında kururlan nitelikli iletişimin getirebileceği yeni bağlantılar birçok fırsat doğurabilir. Bu fırsatlar, yeni bir iş, zor bir durumda işinizi kolaylaştırabilecek faydalı bir bilgi, ihtiyaç duyulan bir anda gerekli kaynağa erişim imkânı olabilir.
Zira herhangi bir kimsenin en yakın bir başka yakın arkadaşının en yakın arkadaşı A.B.D. Başkanı ile görüşebilme potansiyeli olan birini tanıyor olabilir. Eğer bu kimse bu zincirde sahip olduğu duygusal zeka ile sağlam bir sosyal sermaye ağı oluşturabilirse, A.B.D. Başkanı gibi dünyada milyarlarca kişi için ulaşılması imkansız olarak görülen biriyle iletişim kurma imkanına erişebilir. Bu da doğrudan, sahip olunan duygusal zeka ile sahip olunabilecek sosyal sermayenin boyutu hakkında bir bilgi vermektedir.
Sonuç olarak insanların sahip oldukları genetik mirastan kaynaklanan ve doğuştan gelen birtakım yeteneklere ek olarak geliştirebilecekleri ve kendilerine en uygun olan zeka türleri, ekonomik, kültürel ve sosyal yönden bazı kazanımlara yol açabilmektedir. Bu çalışmada görüldüğü üzere zeka türlerinden kişilerarası / sosyal / duygusal zeka türünde gösterilecek gelişim, insanların sahip oldukları çevrenin niteliği ve o çevrede gerçekleştirilebilecek eylemlerin de niceliğini ve niteliğini arttırmaktadır. Duygusal yaşantıların en büyük kaynağını insanlar arasındaki ilişkilerin oluşturduğunu ifade edilebilir. Bu nedenle, bireylerarası ilişkilerde başarı açısından bireyin hem kendi hem de diğerlerinin duygularını keşfedebilmesi gerekli görülmektedir.
İletişimin niteliğinin gelişmesi, toplumda geçerli olan normlar, ahlaki ve etik değerler, güven algısı gibi parametrelere bağlıdır. Bu parametreler, kişi ve kurumlar arası dikey ve yatay her türlü iletişimin fiziki, yasal ve ahlaki açılardan olabilirliği ile bunların ne ölçüde güvene dayandığına dair analiz edilmektedir. Bu analizler de ortaya koymaktadır ki kişi, kurum ve kuruluşlar arası söz konusu ilişkilerin, toplumun ekonomik ve sosyal içerikli genel amaçlarına ulaşmada büyük ölçüde katkılar sunmaktadır. (Karagül ve Masca, 2005: 39)
Kaynakça
Ağcasulu, H. (2019). “Sosyal Bilimlerde Ağ Yaklaşımının Gelişimi Ve Mikro Ağ Kuramları”. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 18 (72), 2036 – 2049.
Altan, M. Z. (1999). “Çoklu Zeka Kuramı”. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 17(17), 105-117.
Başaran, B. I. (2004). “Etkili Öğrenme ve Çoklu Zekâ Kuramı: Bir İnceleme”. Ege Eğitim Dergisi, 5(1), 7 – 15.
Bourdieu, P. (2010). “Sermaye Biçimleri”. (Çev. M. Murat Şahin), Edt: M. Murat Şahin ve A. Zeki Ünal, Sosyal Sermaye, Değişim Yayınları, s.45-77, İstanbul.
Canbay, H., EDİZER, Z. Ç. (2012). “Behiç Ak’ın Çocuk Kitaplarında Doğacı Zeka”. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 32(1), 83 – 101.
Çuhadar, C. H. (2017). “Müziksel Zeka”. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 26 (3), 1-12.
Delice, M., Günbeyi, M. (2013). “Duygusal Zekâ ve Liderlik İlişkisinin İncelenmesi: Polis Teşkilatı Örneği”. Atatürk Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Dergisi, 27 (1), 209 – 239.
Edizler, G. (2010). “Karizmatik Liderlikte Duygusal Zekâ Boyutuyla Cinsiyet Faktörüne İlişkin Literatürsel Bir Çalışma”. Selçuk İletişim, 6 (2), 137 – 150.
Ermiş, E., İmamoğlu, O., Erilli, N. A. (2012). “Üniversite Öğrencilerinin Bedensel Ve Sosyal Çoklu Zeka Puanlarında Sporun Etkisi”. Spor Ve Performans Araştırmaları Dergisi, 3(2), 23 – 29.
Güllü, M., Tekin, M. (2009). “Spor Lisesi Öğrencileri ile Genel Lise Öğrencilerinin Çoklu Zekâ Alanlarının Karşılaştırılması”. Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 3(3), 247 – 258.
Gürbüz, S., Yüksel, M. (2008). Çalışma Ortamında Duygusal Zeka: İş Performansı, İş Tatmini, Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Ve Bazı Demografik Özelliklerle İlişkisi. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 9 (2), 174-190.
Goleman, D. (2015). “Emotional Intelligence (EQ)”. Journal of K, 6, 71-77.
Jackson, M. W. (1988). “Oskar Schindler and Moral Theory”. Applied Philosophy, 5 (2), 175 – 182.
Karabulut, A. (2012). “Duygusal Zeka: Baron Ölçeği Uyarlaması” [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. Dokuz Eylül Üniversitesi. http://hdl.handle.net/20.500.12397/6959
Karagül, M., Masca, M. (2005). “Sosyal Sermaye Üzerine Bir İnceleme”. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi. 1, 37 – 52.
Kiriş, N., Karakaş, S. (2004). “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun Zekâ Testlerinden Ve İlgili Diğer Nöropsikolojik Araçlardan Yordanabilirliği”. Klinik Psikiyatri Dergisi, 7(3), 139-152.
Koç, E. S., Şahin, A. E. (2014). “Çoklu Zekâ Kuramı İle Desteklenmiş Olan Basamaklı Öğretim Programının Öğrenci Erişisine Ve Kalıcılığa Etkisi”. Education & Science / Eğitim ve Bilim, 174 (39), 286 – 296.
Köksal, M. S. (2006). “Kavram Öğretimi ve Çoklu Zekâ Teorisi”. Kastamonu Eğitim Dergisi, 14(2), 473-480.
Temple, J. (2002). “Growth Effects of Education and Social Capital in the OECD Countries”. Historical Social Research / Historische Sozialforschung, 27 (4), 5 – 46.
Zhang, L., Tu, W. (2009) “Six Degrees of Separation in Online Society”. [Yayımlanmamış makale]. Penn State University (Pensilvanya Eyalet Üniversitesi). https://www.researchgate.net/publication/255614427_Six_Degrees_of_Separation_in_Online_Society