İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Selçuklular ve Halifelik İlişkileri Makalesi

PDF İndir

“Sultan Mahmud’un filleri varsa bizim de oklarımız vardır. Aramızda harp olduğu zaman oklarımızla onun askerlerini delik deşik edebiliriz”.[1]*

Rabia Öztürk[2]*[3]*

ÖZ

Selçukluların İslamiyeti kabulü ile aslında halifelikle de ilişkilerinin başladığını söyleyebiliriz. Zira halife İslam dininin temsilcisi kabul edilmektedir. Tuğrul Bey’in Sultan Mesud’u yendikten sonra tahtına oturması sırasında Abbasi Halifesi Kāim-Biemrillâh, Tuğrul Bey’den yağma ve tahribattan vazgeçmelerini istemiştir. Bu yazılı talep Selçuklular ile Abbasi halifesinin ilk temasını oluşturmuştur.

Bu minvalde başlayan ilişkilerle birlikle her iki tarafta kendilerini hem siyasi hem de dini otorite olarak güçlendirecek bir müştereklik işine girişmişlerdir. Bu çalışmamızda ilişkilerin başladığı ilk davet mektubundan Selçukluların tarih sahnesinden silinmesine kadar olan süreçte halifelik ile olan ilişkileri ele alınmıştır. Bu ilişkiler etrafında eşyalar, imgeler ve bazı gelenekler oluşmuş, kendilerinden sonraki devletler bunları devam ettirmiştir.

Anahtar Kelimeler: Selçuklular, Halifelik, Tuğrul Bey, Çağrı Bey, Sultan Alpaslan, Bağdat, İslamiyet.

GİRİŞ

Selçuklular, Oğuzların Üçok kolunun Kınık boyundandır. Kınık boyunun Sirderya’nın ağzına yakın bir yerde bulunduğu bilinmektedir. Selçukluların atası olarak bilinen Dukak Bey’in Selçuk Bey’in babası olduğu düşünülmektedir. Devlete adını vermesine rağmen Selçuklular Devletini Selçuk Bey kurmamıştır. X. Yüzyılın sonlarına doğru Müslüman tacirler münasebetiyle İslam ile tanışmışlar ve İslamiyeti kabul etmişlerdir.

Selçuk Bey’in almış olduğu kararlar, devletin kurulma sürecine doğrudan etki etmiştir. Selçuk Bey’in güçlü bir konumda olması çoğu kimsenin ona düşmanca ve rekabet içerisinde bakmasına yol açmıştır. Ancak Selçuk Bey bu tehditlere fazla kulak asmamış ve Yenikent’in daha güneyinde bulunan Cend’e gelmiştir. Selçukluların ilk hâkimiyet bölgesi burası kabul edilmektedir. Burada İslamiyet’i seçmişlerdir.

Müslüman olmayan Türklerin üzerine yapılan bir seferde oğlu Mikail vefat etmiş, iki torunu Tuğrul ve Çağrı dedelerinin yanında himaye altına alınmıştır. Cend’de kalmaya devam eden Selçuk Bey’in 1007-1009 tarihlerinde vefat etmesi üzerine ailenin başına Arslan Yabgu geçmiştir. Arslan Yabgu ve İlik Nasr ittifak ettiği için aile ilişkileri zayıflamıştır. Bu ittifak’ın sonlanması durumunda Tuğrul ve Çağrı Bey’in etkilenmesi ile Buğra Han’ın teklifi üzerine Tuğrul Bey gitmiş ve daha sonra hapse atılmıştır. Çağrı Beyin üstüne asker sevk etmesi planları geri tepmiştir. Çağrı Bey hayatının ilk büyük askeri başarısını kazanmış ve Karahanlı komutanı da Çağrı Bey’e esir düşmüştür.

Tuğrul Bey serbest bırakılmış ve iki kardeş Maveraünnehir’e geri dönmek zorunda kalmışlardır. Lakin iki kardeş burada istenmemiş, bu sebeple kendilerine yeni bir yurt bulmak mecburiyetinde kalmışlardır. Çağrı Bey’in Anadolu seferine çıkması da yurt arayış çabalarında olmalarındandır. Amcalarının Gazneli Mahmud[4] tarafından esir edilmesiyle aile yeni bir yapılanma içerisine girmiştir. Gazneli Mahmud’un ölümü ile Gaznelilere tabi olan Harezm varisi Altuntaş’ın daha rahat hareket etmesini sağlamıştı, onun izniyle Harezm, Selçuklular için yeni bir yurt umudu olmuştur.

Altuntaş’ın ölmesi ile Harun tahta geçmiş olsa da Harun’un farklı plan ve politikaları olduğu bilinmektedir. Selçukluların nüfus ve askeri gücünden faydalanmak istemiştir. Şah Melik’in saldırısına açık olan ve bir kez saldıran Şah Melik’ten kaçmaları yeni bir yurt arayışına girmeleri gerekiyordu. Harun bunu hediyelerle, birtakım sözlerle durdurmuş, Ali Tegin’in ve Harun’un ölmesi ile de Selçuklular olası bir Şah Melik’in saldırısı için yeni bir yurt amacıyla Horasan’a göç etmişlerdir.

Horasana izinsiz girişleri “Nesa” savaşına neden olmuştur. Bunun sonucunda Gazneliler savaşı kaybetmiş ve güçsüz durumuna düşmüşlerdir. Selçukluların Nesa, Ferava ve Merv illerinde kalma iznini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Bu savaş sonucunda Selçuklu Beyliği Gazne Devletine olan bağlılığından kurtulmuş devlet olma yolunda ilk adımını atmış kabul edilir. Selçukluların ikinci zaferi de Nişabur’un ele geçirilmesi hadisesidir.

BİRİNCİ BÖLÜM

Abbasi Halifeliği ile Büyük Selçuklu Devleti arasındaki ilk ilişki Nişabur’un işgali ile 429/1038 yılında başlamıştır. Daha sonra Tuğrul Bey, yeni kurulan devletin hukukî ve fiilî reisi olarak Nişabur’a girmiş ve kendi adına “Sultanu’l-muazzam”[5] unvanıyla hutbe okutmuştur. Bu olayın akabinde Abbasi halifesi, Tuğrul Bey’e elçiler göndererek Oğuzlar’ın ülkede yaptığı tahribatı engellemek ve memleketi imar etmek konusunda çaba göstermesini istemiştir. Tuğrul Bey, çok değer verdiği Abbasi halifesinden gelen bu talep üzerine, halifenin istek ve emirlerine saygılı olduğunu göstermek için Ebu Bekr et-Tûsî isimli bir elçiyi, hil’at ve hediyelerle Bağdat’a gönderir. Bu bağlamda Selçukluların halifelik ilişkilerinin daha güçlü olarak aslında Dandanakan Savaşında başladığını söyleyebiliriz. Dandanakan’da Gazneli ordusunu üçüncü kez yenilgiye uğratarak, yeni bir devletin nişanesi olarak Tuğrul Bey’in sultanlığını ilan etmişlerdir. Artık bu vakitten sonra Abbasi halifesi tarafından yapılan ısrarlı davetler üzerine Tuğrul Bey, halifeyi ve Sünnî-İslam dünyasını rahatsız eden olaylara bil-fiil müdahale etme gereğini kendinde bulmuştur. [Tarih 447 (1055)]

Selçuklu ordusu hazırlıklarını tamamlayıp davet üzere Bağdat önlerine geldiğinde Halife, Tuğrul Bey’in adının hutbelerde okunmasını emretmiştir. Böylece ilk kez 15 Aralık 1055 günü Bağdat’da hutbe bir Türk hükümdarı adına okutularak tarihe geçmiştir. Tuğrul Bey bir süre sonra burada Büveyhi[6] hükümdarı Melikü’r-Rahim’i karışıklıkların sorumlusu görerek tutuklatmıştır. Böylece Irak’taki bir asrı geçen Büveyhi hâkimiyetine de son verilmiştir. Bir süre sonra Bağdat’a giren ve Büveyhoğulları Devleti’nin idare merkezi olan Dâru’l- Memleke’ye yerleşen Tuğrul Bey, kendi adına para bastırmış, şehre askerî vali atamış, devlet vergilerinin Selçuklu hazinesine aktarılmasını emretmiş ve aynı zamanda da Abbasi halifesinin gelirlerini de arttırmıştır. Daha sonra, diğer şehirlere vali ve tahsildarlar tayin ederek Irak’ın idaresini ele geçirmiştir. Tuğrul Bey, Bağdat’ta kaldığı süre içinde Dicle nehri kenarında, eski mahalleleri yıkıp, yerine saray, sultan camii, evler ve çarşılar yaptırarak buralara muvakkat bir süre için gelmediğini şehrin âbâd olması için çalıştığını herkese göstermiştir. Özellikle bu imar çalışmaları halife-sultan ilişkilerini de pekiştirmek içindir.

Büveyhi Devleti’ne son veren sultan, halifeliği kaldırabilecekken bunu yapmamıştır. Bu olayın birçok sebebi vardır. Ancak üzerine durulması gereken sebeplerden bazıları o devirde halifeliğin, Sünnî-İslam dünyasını temsil eden siyasi-dini bir sembol oluşu, Müslümanların dinî ve dünyevî işlerini deruhte eden bir makam olması, halifelerin Peygamberin soyundan gelmeleri, toplum tarafından saygı duyulan, kabul gören ve imtiyazlı kimseler olmalarıdır. Bu ve bunu gibi sebepleri incelediğimizde Tuğrul Bey’in halifeliği kaldırmamasının nedenleri daha iyi anlaşılabilir. Hatta sultan, böyle bir fikrin aklına bile getirmemiş, aksine halife-sultan ilişkileri ile siyasi-dini otoritesini kuracağını çok iyi hesap etmiş olmalıdır. Zira Tuğrul Bey Bağdat’ta halife tarafından “Doğunun ve batının hükümdarı” ilan edilmiştir.

Bu Selçuklular için büyük önem arz eden ilan, aynı zamanda Türklerin İslam’ın koruyuculuğunu üsteleneceğinin de ayak sesleriydi. Musul’dan ayrılarak Bağdat’a varan Tuğrul Bey eşi benzeri görülmemiş bir şekilde karşılanmış ve halifenin karşısına çıkmıştır. “Halife 7 arşın yüksekliğinde bir taht üzerinde oturmuş; sırtında Hz. Peygamber’in hırkası, elinde de altından bir asâ bulunuyordu. Tuğrul Bey de yüksek bir taht üzerine oturtuldu. Halife Tuğrul Bey’i takdir ettiğini, Allah’ın kendisine ihsan ettiği ülkelerin ve memleketlerin idaresini ona verdiğini ve bu ülkeleri adaletle yönetmesini söyledi. Tuğrul Bey de onun emirlerini yerine getirmek için Allah’ın yardımına güvendiğini belirtti. Ardından Tuğrul Bey’e yedi iklimin idaresinin sembolü olarak yedi siyah hil‘at giydirildi. Başına da mücevherlerle süslenmiş bir taç konuldu. Halife Kāim-Biemrillâh, Tuğrul Bey’i doğunun ve batının hükümdarı ilân etti ve bizzat eliyle kılıç kuşattı (25 Zilkade 449 Cumartesi / 23 Ocak 1058). Tuğrul Bey de halifeye 50.000 altın, değerli kumaşlar, silâhlar ve soylu atlar sundu.” (F.SÜMER, Tuğrul Bey Maddesi, DİA) Bu ifade üzere de anlaşılabileceği gibi dini birçok sembol ve imge kullanılarak Sultan-Halife ikilisinin temeli atılmış, yıllarca sürecek olan bu ikili bağlantı bu şekilde kurulmuştur.

Çağrı Bey 451 yılında öldü, ölümünün sonra oğulları devlet ve ordu yönetiminde söz sahibi olacaktı, kızlarından Hatice Arslan ise Abbasi Halifesi Kāim-Biemrillâh ile evlenmiştir. Bu durum Selçukilerin Halife ile olan ilişkilerini anlamamıza da olanak sağlamaktadır. Bir Türk geleneği olarak gösterebileceğimiz Orta Asya’da bolca örneği olan bu siyasi evlilik daha sonraları Selçuklularda oldukça sık görünecek ve Anadolu’daki beyliklere de Selçuklu mirası olarak kalacaktı. Çağrı beyin bu evlilik hamlesi Selçukluların Halifeyi veya halifeliğe verdiği önemi, kurmak istedikleri halife-sultan ilişkileri belirtir niteliktedir.

Tuğrul Bey, Çağrı Bey’in ölümünden sonra oğlu olmadığı için Çağrı Bey’in oğlu Süleyman’ı veliaht göstermiş bu ilan Kutalmış’ın isyan bayrağı çekmesine sebep olmuştur. Selçuklular bu iç isyan ile savaşmış ve mücadeleler yaşanmıştır. Tuğrul Bey bu mücadeleler sırasında halifenin kızı ile evlilik teflinde bulunmuştur. Bu kan bağı ile hem siyasi ilişkileri güçlendirmek hem de halifenin Selçuklular ile bağını göstermek için atılan önemli bir adımdır. Halife öncelikle buna razı olmamış, ancak sonrasında kabul ederek izdivacın gerçekleşmesini sağlamıştır. Böylelikle Tuğrul Bey 454 (1062) yılında Seyyide Hatun ile evlenmiştir. Bu evlilikten kısa bir süre sonra Urmiye’de hastalanan Sultan Tuğrul, Rey’e geçmiştir. Ve 455 Yılında Rey’de vefat etmiştir.

Tuğrul Bey’in vefatından sonra tahta Alpaslan geçmiştir. Alpaslan babası Çağrı Bey’in ölümünden sonra amcası Tuğrul Bey’in annesi ile evlenmesi sonucunda Sultan Tuğrul’un da üvey oğlu durumuna gelmiş ve sultanının ölümünden önce varis ilan edilmiştir. Tuğrul Bey’in ölümü üzerine de tahta geçtiğinde öncelikle tahta hak iddia edenler ile mücadele etmiştir. Alpaslan Rey’de tahta çıkar çıkmaz adına hutbe okutmuş, sikke kestirmiştir. Ve Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh tarafından da mûtat törenlerle sultanlığı 456 (1064) yılında tasdik edilmiştir. (İ.KAFESOĞLU, Alparslan Maddesi, DİA)

Abbasi halifesi ile olan bu ilişkilerin gelişmesi, genç sultanın meşruiyetini kazanması için çok önemli bir rol oynamış ve Türk-İslam devletlerinde ki bir gelenek uygulanmış, tahta çıkıldığında adına hutbe okutulmuştur. Alparslan dönemi halifelik ilişkilerine baktığımızda fethi zor olan Ani’nin zapt edilmesinden sonra Halife bizzat yazdığı mektupta Sultan Alparslan’a övgüler dizmiş ve ona fetihlerin babası manasına gelen “Ebü’l-feth” unvanını vermiştir. Sultan, babası ve amcası tarafından kurulmaya çalışılan İslam dünyasındaki dini ve siyasi birliğin kurulması içinde adım atacaktı, babası ve amcasının Abbasi halifesini Büveyhiler’den kurtarması gibi geriye kalan Fatımi ikiliğine de son vermek istiyordu. Fatımilerin İslam dünyasında ikilik sağlamaları Selçukluların kurmak ve ellerinde tutmak istedikleri dünyaya bir tehditti. Bu sebeple yapılan seferlerin bir kısmı da Fatımiler üzerine olmuştur.

Alparslan Mekke ve Medine’de Abbasi halifesi adına hutbe okutmasını sağlamış, halifeden “Burhânü Emîri’l-mü’minîn”[7] unvanını almıştır. Fatımiler ile mücadele etmek için bir kısım kuvvetlerini Suriye bölgesinde bırakmıştır. Ardından Roma’ya karşı Malazgirt mücadelesi verilmiş ve Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştır. “Batı Türklerinin atası kabul edilen Alparslan, Arap ve Bizans tarihçilerinin ittifakla belirttikleri ve kendisine verilen unvan, künye ve sıfatların da açıkça gösterdiği üzere çok cesur, yiğit (ebû şücâ‘) ve kudret, azamet sahibi (adudüddevle)[8] bir kişiliğe sahipti. Heybetinin yanında adaleti ile de ün yapmıştır. (es-sultânü’l-âdil)” (İ.KAFESOĞLU, Alparslan Maddesi, DİA)

Sultan Alparslan oğlu Melikşah’ı da veliaht ilan ettiğinde adına hutbeler okutmuştur. Türk-İslam dünyasının geleneğine uygun olarak Halife Kāim-Biemrillâh Selçuklu veliahtına hil’atler göndererek Melikşah’ın veliahtlığını tasdik etmiştir. Sultan Alparslan’ın yaralanarak şehadeti üzerine Vezir Nizamülmülk, komutanlar ve devlet adamları Melikşah’a biat ettiler. Burada Abbasi halifesi sultan olan Melikşah’a yeniden hil’atler göndermiştir. Sultan halifeden, adına hutbeler okunmasını istemiştir. Görüyoruz ki Sultan Melikşah’da ataları gibi sultanlığının meşruluğunu hızlıca kazanmak için hilafet makamına önem vermiş halife-sultan ilişkilerini ön planda tutmuştur. Ardından Bağdat’ta yeni sultan adına hutbeler okutulmuştur. (A.ÖZAYDIN, Alparslan Maddesi, DİA)

Melikşah, Abbasi halifesi ile yakın ilişkiler içerisinde bulunmuştur. Melikşah’a bir menşur gönderen halife ona “Kasîmü emîri’l-mü’minîn, Yemînü emîri’l-mü’minîn, Muizzüddünyâ ve’d-dîn, Celâlüddevle ve’d-dîn” lakaplarını vermiştir. Halifenin ölümünden sonra yerine gelen yeni halifede Sultan Melikşah’tan biat almış ve selefi gibi sultanlığını tasdik ettiği yeni menşuru Melikşah’a göndermiştir. Melikşah Bağdat’a gittiğinde ise büyük bir temaşa ile karşılanmış ve yeni halife tarafından çifte kılıç kuşandırılarak “doğunun ve batının hükümdarı” olarak anılmıştır. Melikşah’ta kızını yeni halife ile evlendirmiştir. Böylece yeni halife Muktedî-Biemrillâh ile Mâh-Melek evlenmiş ve Melikşah torun sahibi olmuştur. Bu siyasi evlilik ile Halife-Sultan ilişkilerinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Zira bir süre sonra sultan, halifeden hilafet varisi olarak bu evlilikten doğan torununu göstermesini bile isteyecektir.

SONUÇ

Selçukluların İslamiyeti kabulü ile aslında halifelikle de ilişkilerinin başladığını söyleyebiliriz. Zira halife İslam dininin temsilcisi kabul edilmektedir. Tuğrul Bey’in Sultan Mesud’u yendikten sonra tahtına oturması sırasında Abbasi Halifesi Kāim-Biemrillâh, Tuğrul Bey’den yağma ve tahribattan vazgeçmelerini istemiştir. Bu yazılı talep Selçuklular ile Abbasi halifesinin ilk temasını oluşturmuştur.

Sonrasında ise Halifenin esaretinin sonlandırılması ve Büveyhilerin tarih sahnesinden Selçuklular eliyle silinmesi de Abbasi halifesinin Selçuklu hamiyetinde devamına ve ilişkilerin ciddi anlamda başlamasını olanak sağlamıştır. Bu olaydan sonra Selçuklu hükümdarları ve hatta varisleri sürekli olarak halife ile temas halinde olmuşlardır. Evlilikler gerçekleştirmişlerdir. Veliaht ilanı dahi, hükümdarlıklarının meşruluğunu sağlamak için İslami gelenekle bütünleşmiş bir gelenek ortaya çıkartmışlardır. Meşruluklarını sağlamak, iç isyan ve çekişmelerin azaltılması, emirleri altında bulunan toplumların, kitlelerin, komutan ve beylerin onlara itaat etmesi için adlarına hutbeler okutmuşlardır. Hutbe okutmak, hil’atlar almak ve göndermek, sancak ve hazreti peygambere ait eşyaların halifenin elinin altında bulunması gibi dini semboller meşruluk v siyasi iktidarları için sıkça kullanılmıştır. Hatta yeni halifeler Selçuklu sultanlarından biat dahi almışlardır.

Halife-Sultan ilişkileri daima iyi bir seviyede tutulmak istenmiş, halife dini gücünü korumak, sultanlar ise siyasi iktidarını meşru kılmak için bu ikili sürekli olarak dayanışma içerisinde olmuştur. Ancak bu dayanışma Selçukluların gücünün azalması ile değişmeye başlamış ve son sultan Sencer ile birlikte bitmiştir.

Selçuklulardan sonra Memluklularda, Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda da devam edecek olan geleneğin, ilk temas ve tesisleri Selçuklularda görülmüş, uygulanmıştır. Bu minvalde Selçukluların, Türk-İslam kültürünün oluşmasında büyük paydaları olduğunu söyleyebiliriz. Tuğrul Bey dönemi ile başlayıp Sultan Sencer’e kadar devam eden Selçuklu ve Abbasi ilişkileri, genel olarak dini otoritenin Abbasi halifelerinde ve siyasi otoritenin de Selçuklu sultanlarında olduğu bir durumu ortaya çıkartmıştır.(Kapanşahin,2012)

EKLER

1-Görseller:

C:\Users\Umut_\AppData\Local\Microsoft\Windows\INetCache\Content.Word\selcuklular-1.jpg

GÖRSEL 1 – Büyük Selçukluların sınırlarını gösteren harita

turk-11

GÖRSEL 2 – Anadolu’daki en eski Selçuklu camisi olan Konya Alâeddin Camii’nin 1930’lu yıllara ait bir fotoğrafı [9]

C:\Users\Umut_\AppData\Local\Microsoft\Windows\INetCache\Content.Word\gazneli-mahmut.jpg

GÖRSEL 3 – Türk Hükümdarının Hil’at giyerkenki tasviri[10]

C:\Users\Umut_\OneDrive\Masaüstü\rabia ödev\selcuklular-2.jpg

GÖRSEL 4 – Tuğrul Bey adına 447 (1055) yılında Rey’de basılan dinar [11]

C:\Users\Umut_\OneDrive\Masaüstü\rabia ödev\alparslan-5.jpg

GÖRSEL 5 – Alparslan adına 1058’de Herat’ta bastırılan sikke [12]

C:\Users\Umut_\OneDrive\Masaüstü\Tugrilbey.jpg

GÖRSEL 6 – Tuğrul Bey avlanırken [13]

KAYNAKÇA

Yararlanılan Ansiklopedi Maddeleri

FARUK SÜMER, “TUĞRUL BEY”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tugrul-bey (10.04.2022).

İBRAHİM KAFESOĞLU, “ALPARSLAN”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/alparslan (10.04.2022).

ALİ SEVİM, “ÇAĞRI BEY”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/cagri-bey (10.04.2022).

FARUK SÜMER, “SELÇUKLULAR”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/selcuklular#1 (10.04.2022).

AHMET OCAK, “SELÇUKLULAR”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/selcuklular#3 (10.04.2022).

HAKKI DURSUN YILDIZ, “ABBÂSÎLER”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abbasiler#1 (10.04.2022).

CASİM AVCI, “HİLÂFET”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hilafet#1 (10.04.2022).

MUSTAFA FAYDA, “EMÎRÜ’l-MÜ’MİNÎN”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/emirul-muminin (10.04.2022).

ABDÜLKERİM ÖZAYDIN, “MELİKŞAH”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/meliksah–buyuk-selcuklu (10.04.2022).

ABDÜLKERİM ÖZAYDIN, “KĀİM-BİEMRİLLÂH”, TDV İslâm Ansiklopedisi,

https://islamansiklopedisi.org.tr/kaim-biemrillah (10.04.2022).

Telif Eserler

Çaycı, Ahmet (2008), Selçuklularda Egemenlik Sembolleri, İz Yayıncılık, İstanbul.

El-Câhiz (1988), Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Fazîletleri, Çev. R. Şeşen, 2. Baskı, Ankara.

Göksu, Erkan (2013), Okla Yükselen Millet, Konya.

Göksu, E. (2010) “Ok ve Yayın Türk Devlet Geleneği ve Hâkimiyet Anlayışındaki Yeri”, Turkish Studies, 5/2 (2010), 986-1011.

Hasan Hüseyin Adalıoğlu, Büyük Selçuklu Devleti ile Abbâsî Halifeliği Münasebetleri (doktora tezi, 1996), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.

Kafesoğlu, İbrahim (1997), Türk Millî Kültürü, İstanbul.

Kapanşahin, Muhittin (2012), “Büyük Selçuklu Sultanları ile Abbasi Halifelerinin İlişkileri”, History Studies, 4 (2012), 191-218.

Köymen, Mehmet Altay, (2004), Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları

Turan, Osman (1998), Selçuklular Zamanında Türkiye, 6. Baskı, İstanbul.

  1. * Arslan Yabgu’nun Sultan Gazneli Mahmud’a karşı, cüretkar kabul edilebilecek sözleri.

    Köymen, M. A. (2000), Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Kuruluş Devri I, TTK, Ankara

  2. ** Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü B210211031 (rabia.ozturk5@ogr.sakarya.edu.trFormun Üstü)
  3. 998-1030 yılları arasında hüküm sürmüş olan Gazne Devleti hükümdarıdır.
  4. “es-Sultanül-Azam”, En Büyük Sultan anlamına gelmektedir.
  5. 934-1062 Tarihleri arasında İran ve Irak’ta hâkimiyet sağlayan Deylemi kökenli İrani ve Şii karakterli bir hanedan.
  6. Müminlerin Emiri” anlamına gelmektedir.
  7. Devletin pazusu, koruyucusu” anlamına gelmektedir.
  8. K. Yusuf Ünal koleksiyonu
  9. Jami’ al-tawarih, 131, Edinburgh Üniversitesi
  10. Yapı ve Kredi Bankası Sikke Koleksiyonu, nr. 8183
  11. Kâbil Müzesi
  12. Zafername